Fuar Organizatörü, Gezgin, Şiir, Yazı,
İskeçe, Boğaziçi, Antalya, İstanbul!
Önceki Ymaj
Sonraki Ymaj

SİTEDE ARA

 

 

 

 Agoras Fuarcylyk

 Agoras Fuarcylyk

 

SOSYAL MEDYA

Facebook'tan Takip EdinFollow us on TwitterBizi Linkedin'de takip edinBu siteyi favorilerinize ekleyin

DÜKKANIN KURALLARI

Ağustos sonuydu. Kanada'dan iki üç günlüğüne bir misafirim vardı. Emmy İstanbul'da bir şirkette çalışıyordu. Arada üç aylık çıkışını yapmak için Türkiye den çıkması gerekiyordu. Ben de bize davet ettim. Böylece Emmy bir kaç günlüğüne yapması gereken çıkışını tatille birleştirip kendisi için çok garip gelen bir ortama yıllardır Türklerle Yunanlıların içiçe yaşadıkları bir bölgeyi ziyarete gelecekti. Basit bir turist olarak.

Uzun uzun anlaşmalardan sonra Emmy nihayet geldi. İlk akşam aile ortamında beraber yemek yedikten sonra, biraz dışarıya çıkıp İskeçe'de akşam vakti dolaşmıştık. Tabi aslında çok bir şey de görememişti. Hava soğuktu.

Ertesi gün kendisini İskeçe'nin en eski mahallesi olarka bilinen Aren mahhellesine gezdireceğimi ve iki kültürün de iç içe yaşadığı kilise ile cami'nin iki yüz metre mesafede olduğu, eski ve antik bir mahalleye götüreceğimi söylemiştim. Emmy her ne kadar politika ile ilgili olmasa da, Türk ve Yunan kültürünü tanıdığı kadarıyla iki ülke arasında tatsız muhabbetleri biliyordu. Her ne kadar beni biraz zorlasa da kendisi ne bu bölgede yaşanan zorlukları sıkıntıları, mümkün mertebe objektif bir şekilde anlatmaya çalışıyordum. Abartıya kaçmadan, herhangi bir politik dolduruşa başvurmadan.

Ertesi sabah Emmy, kardeşim ve ben birlikte gezmeye çıktık. Klasik olarak İskeçe'nin ana Caddesi olan Gümülcine caddesinde yürüyüp hem Türk esnafın hem de Yunanlı esnafın dükkanlarına baka baka, vitrinlere takıla takıla yürüdük.

Bir nokta dan sonra da "Platiya Antika" olarak bilinen meydana vardık. Ordan sonra da dan sonra belediye binasının bulunduğu sokaktan yürüyerek eski ve şirin yapıların arasından süzülerek Aren Mahallesine (Yukarki Mahalle), Yunanlı hemşehrilerimizin deyimi ile "Palia Poli" (Eski Kasaba) ya girdik. Binaların büyük bir kısmında restorasyon vardı. Nedeni de iki hafta sonra başlayacak olan Eski Şehir Festivali'ne hazırlık olduğunu, bu etkinliğin belediye tarafından hazırlandığını anlattım. Bu yöntemle de kasabamızın biraz renklendiğini, canlandığını ve bir hafta boyunca bile olsa kültürel etkinlikler ve eğlencelerle bir turizm merkezi haline geldiğini anlattım.

Emmy sordukça da bu etkinliklere katılan kuruluşlar arasında Türk Azınlığının derneklerinin kuruluşlarının katılmadığını anlattım. Neden ? Doğrusu o noktayı bende bilemiyordum amma herhalde fazla derneğimizin olmadığından ve derneklerimizin Türk kelimesinden dolayı ilginç bir statüde olduğunu anlattım.

Ama mümkün mertebe ve kestirme bir şekilde. Çünkü Emmy bir işletmeci idi ve "politikaya da kafası pek basmıyordu" kendi deyimi ile !
Eski binaların oluşturduğu şirin ve restore edilmiş binalar arasında kalan dar taş sokakalarda dolaşırken İskeçe'de FEX'in (İskeçe İleri Görüşlüler Derneğinin) çalıştırdığı Folklor müzesine girdik. Güzel bir müzeydi.

Müzenin girişinde bizlerle iliglenen müze sorumlusu ilginç bir tablo ile karşılaştı. Sol tarafımdaki kardeşim türbanlıydı. Eskiden beri bir yaşam tarzı olarak türbanlı dolaşmak kendisine daha rahat geliyordu. Evin dışında da hemen hemen her yerde türbanlı dolaşıyor. Aileden süregelen geleneğin etkisiyle de kendi tercihi olmuştu.

Sağ tarafımda da misafirimiz Emmy: İngilizce ve Fransızca nın yanısıra sadece az buçuk İtalyanca ve İspanyolca biliyor. Yunanca ile ilgisi yok, Türkçe ile de. Üstelik Türkiye'den beni, bir Batı Trakya Türk Azınlığı mensubunu ziyarete gelmiş.(Olacak gibi değil) Müzeden sorumlu bayanının kafası bayağı karıştı. Üstüne üstelik ben: Ne tam klasik İskeçe Türkü kıyafeti, ne de son yıllarda anlaşılması zor olağanüstü bir sevgi besledikleri "zavallı ve yardıma desteğe muhtaç", "Pomak" kılıklı… Üstelik su gibi de, gayet akıcı bir dille, neredeyse bayanın söylediklerin simültane bir şekilde tercüme ediyordum…

Neyse… Meseleyi çözemediği bakışlarından belliydi, ama öyle insan ayıran türden bir karakteri falan da yoktu doğrusu… İşine koyuldu, biletlerimiz kesti ve de müze hakkında genel bilgiler vermeye başladı… Hoş bilgiler… Müzenin bulunduğu binanın sahipleri ile ilgil genel bilgiler. Söz konusu ev sahibi ailenin başından geçenleri anlattı…

Sonra da ardımızdan daha kalabalık başka bir grup gelince bizlere anlattıklarını onlara da anlatmaya başlamadan önce, müzeyi serbestçe gezebileceğimizi anlattı… Kalktık. Türbanlı kardeşim, turist kılıklı Emmy ve bir garip komado bozması krem pantolon, üstüne siyah bir T-shirt, üstüne de yine krem bir gazeteci yeleği giyen, birkaç dil bilen ben, müzeyi dolaşmaya başaladık. Müzede tütüncülükle ilgili eski tarım aletleri, kendi annanemin eskilerinde de bulunana antika ütüler, bakır testiler bakıryiyecek kapları, tencereler ve giysiler sergiliyordu. Aslında yunanistanın farklı bir bölgesinden geldiği her hallerinden belli olan diğer grup müzeden fazla bizi izliyordu.

Giysiler bölümünde de Trakya bölgesi giysileri arasında sadece bölge de yaşayan yunan kabilelerinden giysiler vardı. Drama dağ köyleri cıvarı, Vlah giysileri, girit giysileri, Dimetoka bölgesi giysileri vs. giyisleri arada bir de "Pomak Giysileri". Tabi Emmy şirin havasıyla bir soru fırlattı.

" Mehmet bölge de yaşayanların %40 cıvarı Türk olduğunu söylemiştin. Neden bu folklor müzesinde Türk halkında giysiler yok ?"
"Haydaaa!" diye düşündüm "Ne cevap verirsin şimdi ?" Hani kızın kafasının da azınlık sorunlarımızla doldurmaya hiç ama hiç niyetim yoktu. Sonuçta herhangi bir şeyin yetkilisi falan da değildi. Şimdi ne cevap vermem gerekiyordu ki?

"Eee" diye başladım, "müzeyi işleten kurum içinde sadece Yunanlılar var belki de ondandır" dedim. Emmy yine şirin bir soru fırlattı:
"Ama bu insanlar İskeçe İleri Görüşlüler Derneği olarak ,dolayısıyla ileri görüşlü insanlar olarak böyle bir müzede Türk folklorunun da sergilemeleri gerekmez miydi ?

Vallahi itiraf edeyim propagandaya kaçacak ve misafirimin kafasını karıştıracak konuşmalardan inatla kaçınmak istedim. Çünkü yıllarca propagandavari muhabbetlerden sıklımıştım. Cevapsız kaldım ! Emmy de yüzüme pis pis baktı ve "Hmmmm" bakışı fırlattı.

Neyse müzeden çıktık ve sallana sallana, Aren mahhallesinin sokakları arasından süzülmeye başladık. "Palea Mitropoli" dedikleri eski merkez klise meydanına çıktık. Bir ortodoks hristiyan olan Emmy meydanı şok şirin buldu. Bol bol fotoğraflar çekti… Arada bir sahne kurulmuştu. Ve sahne etrafında belediye işçlileri iki üç gün sonra başlayacak olan "YORTES PALIAS POLİS" Eski Kasaba Festivali için hazırlıklar yapıyorlardı. Arada çeşitli binalar yeni boyanmıştı. Ya da boyanıyordu. Emmy'e "YORTES PALIAS POLİS" festivalinden bahsetmeye başladım ne kadar şirin etkinlikler yapıldığından sanatçıların etkinliklerinden bahsediyordum…Yunanistanda ünlü olan sanatçıların gelip buralarda konserler verdiğinden bahsediyordum.

Emmy müzede tatmin olmamış gibi aynı bağlamda bir soru fırlattı; "Ünlü Türk sanatçıları da geliyordur değil mi ? Mesela ne idi o şirin kadının adı Sezen Aksu değil mi ha o geldi mi hiç ?"

Emmy kaşınıyordu. Ama kendime söz vermiştim bu kızın kafasının politik çözümsüzlüklerle doldurmayacaktım. Hayır doldurmayacaktım. Hafiften pas geçtim :

"E doğrusu gelmedi bu güne kadar. Ama bu tür organizasyonlarda Türkiye'den sanatçı getirebilmek için yerel Türk derneklerinin ve birliklerinin de çalışması gerkiyor galiba" dedim. Dedim de Emmy'e bana üçüncü golünü atmak için pas vermiş oldum:
"Nasıl yani bu etkinliklerde Türk dernekleri çalışmıyor mu ?"

"Haydaaaa!" diye düşündüm…"Şimdi ne dersin ?" "Marelen" dedim, "Çalışmıyorlar! Bazı derneklerimizin isimlerinde "Türk" kelimesi olduğundan ve Yunanlı yetkililere göre Yunanistan'da fiilen olsa da resmen Türk olmadığından dolayı bazı derneklerimiz kapalı. Resmi değil. Türk toplumu arasında meşru olsa da resmi değil. Dolayısıyla bu tür aktivitelere katılamıyorlar. Ayrıca açık olsaydı da bu tür işlerle uğraşacak yöneticiler olurmuydu bilmem" dedim.

"Tamam tamam" dercesine sustu. Ama içinden garip bir "Hmmmmmm !" geçirdi.

Derken biraz İngilizce, biraz Türkçe konuşa konuşa hem kardeşime hem de Emmy Aren mahallesi ile ilgili bilgiler vere vere yürümeye devam ettik. Aren mahallesinin Camisi yanından geçerken de: "Bak işte herşeye rağmen bu memlektte hala camilerle kliseleri yanyana bulabiliyorsun. İkisinin de cemaati var. İkisinin de kendi kültürü var. Herşeye rağmen birinin azınlık, diğerinin çoğunluk olmasına rağmen. Hatta bazen bayramlarımızda hristiyan komşularda bizlerle bayramlaştığından, onların bayramlarında da biz onlarla bayramlaştığımızdan bahsettim. Bizim kurban bayramlarımızda, hristiyan dostlara ve komşulara kurbanlık et verdiğimizi, onlar da paskalya da bizlere kırmızı yumurta ve paskalya çöreği verdiğini anlattım… Tabi bütün bunların hoş etkinmlikler olduğunu düşünerek herşeye rağmen her şeye rağmen her ortamda içi iyilik dolu insanların analşabileceğini anlattık birbirimize…

Derken Aren mahallesinin tepesine varmıştık. Hani bizim İskeçenin balkan köylerine çıkan ana caddeye varmıştık. Enfes manzara Emmy'i etkilemişti…Hemen makinesine sarılıp bizlerle birlikte İskeçe'nin fotoğraflarını çekmeye başlamıştı…

Derken O yol üstünde Kasabaya doğru bakan tarafta enfes manzarası olan kafeye gidip bişeyler içmeyi önerdim.
Kafeye doğru yöneldik. Café ye girecekken. "Dükkancı! Dükkancı!" diye ismimi duydum"… Birkaç gündür birbirimizi arayıp ta bulamadığımız arkadaşım Andoni'yi ve eşi Mariya'yı gördüm. Hoş beş muhabbeti çevirdik. Emmy'i göstererek "Kim bu hatun?" diye dalga geçti… Ben de aynı espriye devam ettim : "Müstakbel gelininiz. Eve gelini getirdim bir tanısınlar" dedim. Sonra da hep beraber kıkırdaya kıkırdaya güldük. Emmy de espriyi kaptı oda gülmeye ve başını sallamaya başladı. Kendisine bu türden dedikodular çıkabileceğini, geldiği ilk akşam, ilk saatte söylemiştim. Böylece espriyi kapınca o da gülmeye başladı…

Sonra Andoni bana dönerek Yunanca "Bak kardeşim sana bir tavsiye. Ayakkabı alacaksan eski olsun ama memleketten olsun" diye takıldı. Café den içeriye beraber girdik. Önden Andoni eşi Mariya, misafirim Emmy, türbanlı kardeşim, ve ben. Girdik onlar herhalde birer frape içerek ev dışında konuşmaları gereken birşeyleri konuşmak için ayrı bir masya biz de onlardan bir masa ilerde ayrı bir masaya oturduk.
Henüz yerleştik ve İskeçenin güzel manzarasını seyretmeye başlamıştık ki bir garson geldi…

Kahvelerimizi söylemeye hazırlanırken, garson garip bir şekilde, biraz gergin, biraz çekingen, biraz kibar olmaya çalışarak, biraz da kendinden emin bir şekilde kulağıma eğilerek gayet temiz bir Yunancayla;

"File, bak sana bir şey diyeceğim kusuruma bakma. Bu dükkanın birtakım kuralları var ve bu kurallara göre bu dükkanda türbanlı bayanları kabul etmiyoruz. Yanınızdaki kız türbanını indirsin, bir söylermisiniz !"

Aptallaştım… Ne diyeceğimi şaşırdım. Garsona gülümseyerek başımı salladım. Gitti… Türbanlı kardeşime bakarak gülümsedim. "Kız" dedim,
"senin türbanın yüzünden bizi galiba buradan kovacaklar". Kardeşim de;

"Aman abiiii…." Diye salladı. "Ben kendimi böyle rahat hissediyorum. Çıkarmıyacağım" dedi… Hiçi birşey olmamış gibi Emmy'le konuşmaya devam ettim. Aradan bir on dakika geçmişti ki bu sefer daha iri yapılı ve daha az kibar başka bir garson geldi ve yine aynı şekilde:

"Hanım efendi türbanını…"

Zaten Emmy'e politik muhabbetler yapmak için kendimi gün boyunca tutmuştum. Patladım…

"Bak arkadaş" dedim, "Kafeteryana o kadar hayran değilim. Bir misafirim var ve Kafeteryanızdan bir İskeçe manzarası eşliğinde birer portakal içip gideceğiz. Bir çeyrek kalacağız."

"Ama beyfendi bu dükkanın Kuralları var" dedi.

Patladım:

"Bak arkadaş" dedim, "yanımda Kanada'dan bir misafirim var. "bu ortamda faşizm yapmaya ve böyle ayırımcı davranmaya utanmıyormusunuz". Belli ki oturduğumuz balkonda bulunan diğer müşteriler rahatsız olmuşu ki beni giriş kapısına kafeteryanın diğer yanına aldı. Diğer garson da geldi. Ikisi birden, bir birinden sözü alarak;

"Bak file mu sana bu söylediğimiz yarım kalple söylüyoruz ama bu dükkanın bir takım kuralları var. bu kuralları da biz koymadık. Bunlar patronun kuralları. Patron bu kuraları katiyetle uygulamamızı istiyor."

Biri kapının yanında bir kağıdı gösterdi. Bir A4 kağıdının altıda bir boyutunda bir düz kağıda el yazısıyla yazılmış ve her an çıkarılabilecek bir kağıtta Yunanca şöyle yazıyordu:

"APAGOREVETE I ISODOS STIS MOUSLOUMANES KAI HRISTIANES ME MANDILA" (Türbanlı müslüman ve hristiyan bayanların girmesi yasaktır.) Vuruldum. O kadar komik ve trajik gerldi ki. Bu düpedüz bir ayrım düzenbazlığı idi. Düşündüm ki acaba Batı Trakya toplumunda bir kafetrerya ya gelmek istiyen, yaşlı ve gençler arasında kaç müslüman ve kaç hristiyan bayan türban giyiyor diye bir anket yapılsa herhalde % 99'u Türk çıkardı.

Bu şuna benziyordu "APAGOREUETE I ISODOS SE MOUSLOUMANOUS KAI HRISTIANOUS ME STAVROUS KAI IMISELINA", (Hilal'li ya da Haçlı kolye taşıyan tüm Müslüman ve Hristiyan erkeklerin girişleri yasaktır". Kendi kendime acı acı güldüm.
"Tamam çocuklar" dedim "gidiyoruz. Ama bilin siz rezil oluyorsunuz",

Hemen cevabı geldi. "biz de memuruz, patron…" Olaya şahit olan Andoni ve eşi Mariya acı acı ve şaşkın şaşkın baktılar. Andoni "farkındayım, anladım!" dercesine çaresiz bir şekilde baktı ve elini uzatarak, balkonda yanından geçerken, elimi tuttu ve sıktı, bir şey demedi…
Masaya vardım.

Emmy'in: "Is there any problem ?" sorusuna "Evet dedim bizi burda istemiyorlar" dedim ve çıkıyoruz işareti yaptım. Kalktık.
Kardeşim biraz bozulmuştu ama bir şey demedi… E alışıktı bu tür muhabbetlere…Emmy durmadan soruyordu… "Neden ?", "Niye ?", "Nasıl yaparlar?", "Niçin yapsınlar ki ?", "Ama nasıl olur?"….

Derin birkaç "Ooof!" çektim. İçimden dilimin erişebildiği en ağı küfürleri savurdum, sonra da yahu hadi neyse kovulduk ta ben bunu misafirime nasıl analtabilirim diye düşündüm!

Politik tavırlardan ve konuşmalardan o kadar kaçınmama rağmen olaylar beni o kadar zorlamıştı ki…

Yumdum gözümü ve anlatmaya başladım. Bölgede kendisinin de farkedebildiği gibi bir ayrımcılar ordusu olduğunu ve bu ayırımcılar ordusunun da bir dizi açık ve kapalı ayırımlar yaptığının anlattım. Ama yine de mümkün mertebe basit bir dile ve Emmy gibi sadece uluslararası pazarlama uzmanı olan birisinin anlayabileceği bir dille… Böylece Emmy uzun bir zorlamadan sonra benim ağzımdan başımızdan geçen bir dizi olayı dinlemişti.

Yukarıdaki café'den kovulmamızı da içine sindiremeyip, söylenmeye başladı:

"Bu bir insanlık hakkı ihlali dir. Nasıl olur böyle birşey. Bu insanlar hakikaten faşist ve Yunan kültürünün Yunan medeniyetinin yüzkarası. Ben de Monterux'da Yunanlı ailelerin yaşadığı bir toplumun içinde büyüdüm. Yunanlıları çok iyi tanıyorum. Üstelik orta ve lisedeki yıllarımda en samimi arkadaşım "Hrisanthi" adında bir kızdı. Ama böyle faşist düşüncelere böyle ayırımcı tavırlara da insaf. Yani bu bölgedeki Yunanlıların farklı bir kültüre saygıları hiç mi yok ! İnsaf.artık.

Peki mahkeme açmayı, şikayet etmeyi düşünmüyormusun ?"

Emmy'e garip garip baktım… ve "Ne işe yarayacak bu tür insnalar her yerde var!" dedim, "zaman zaman hukukçular arasında bile!".
Tantana sürüp devam etti…Emmy beni konşmam için zorluyor, bense misafirimin başını tatsız bilgiler ve anılarla doldurmamak için konuşmaktan kaçınarak ve her türlü tepkimi kendime saklayarak konu değiştirmeye devam ettim. Şehir meydanına indiğimizde de bilimum ingilizce bilen başka arkadaşlar ve kuzenimle karşılaşınca şehir meydanındaki café'lerden birine oturarak, birirer fanta ısmarlayıp muhabetimize havadan, sudan, Kanada'dan, İstanbul'dan, Boğaziçi'nden, aşklarımızdan, okul bittirme dertlerimizden, 35 yaşımıaz kadar evelenemeyeceğimizden, 18 aylık askerliğimizden şehrimizin herşeye rağmen güzelliğinden ve de bu şehir de güzel sanatsal ve kültürel etkinliklerin yapılabileceğinden bahsetmeye devam ettik.

Öğlen vakti eve dönüp yemeklerimizi yedikten sonra Emmy dahil ev ahalisi öğlen istirahatine çekildi. Ben arada Emmy'den bulduğum bu boşluğu değerlendirerek, çenemi dinlendirerek, bilgisayarada halletmem gerek biriki dosyalama işlemine konulmuştum.
Telefon çaldı. Kaldırdım.

Diğer tarafta bir ay boyunca Kyklades bölgesindeki adalarda tatilde olan arkadaşım Akis arıyordu. Gelmişlerdi ve dün bir gün boyunca yolculuğun yorgunluğunu da atmışlardı… Buluşalım diyordu Akis. Olur dedim. Buluşma yeri ve saati için anlaştık. Devamında da söz konusu olayı duyduklarını ve caféde yaşanan tatsızlıktan dolayı özür dilediğini söyledi. Yapılan bir ayıptı ve bu ayıp adına Yunan toplumunun bir ferdi olarak utandığını söyledi. Defalarca lafı döndürüp dolaştırıp özür dilediğini söyledi. Olayı Andoni'den duyduğunu, Andoni'nin de çok üzüldüğünü, bizden on dakika sonra da onlarında kalkıp gittiğini söyledi. Bütün arkadaş çevresi olarak o café'yi protesto edecekleri'ni ve aynı işletmeciye ait olan şehir meydanındaki başka bir café'yi de protesto edeceklerini de söyledi.

Telefonu kapatınca şaşırdım kaldım. Doğrusu Akis'nun telefonu biraz beni yumuşattı. Ferahlattı, ama ben zaten kendi adıma değil de daha fazla iki günlüğine gelen misafir'in çok tatsız anılarla ayrılacağı için üzülmüştüm.

Telefonun çaldığını duyan kardeşim gelip 1 saat kadar önce Andoni'nin aradığını onunda özür dilediğini söyledi… Netekim olay akşamı akşam saat 10:30 sıralarında Emmy'le dolaşırken, Andoni'lerle karşılaştık ve onlarda bir daha üzüldüklerini söylediler. Ve Akis'nun dediği gibi bir daha o café'ye gitmemeye karar aldıklarını söylediler.

Ertesi gün Akis ile anlaştığımız saate şehir meydanında buluştuğumuzda ilk açılan muhabbet'te aynı oldu. Akis gayet samimi bir şekilde biraz da üzüntüden gözleri dolarak "arkadaşım sıfatıyla, üyesi olduğu Yunan toplumu adına özür dilediğini söyledi. Akis da bir azınlık çocuğu idi. Üstelik İstanbul Rum azınlığı mensubu idi. Ve bu olayların kendisine birzamanlar yaşadıkları tatsız olayları çağrıştırdığını, de bu olaydan rahatsız olduğunu bundan dolayı da arkadaşım olarak bana yapılan bu muameleden dolayı özür dilediği'ni" söyledi…

Emmy daha önceden de programladığı gibi ertesi sabah İstanbul'a gitti. Giderken bir olay dışında herşeyin çok iyi geçtiğini söyledi…Olay da aklında "Dükkan'ını Kuralları" olarak kalmıştı. Otobüs'ün kapısına binerken ettiği son laflardan bir de "Sadece dükkanın mı?" oldu.

© 2011 Mehmet Dükkancy. Tüm haklary saklydyr. | Yasal Uyary | Yleti?im