Fuar Organizatörü, Gezgin, Şiir, Yazı,
İskeçe, Boğaziçi, Antalya, İstanbul!
Önceki Ymaj
Sonraki Ymaj

SİTEDE ARA

 

 

 

 Agoras Fuarcylyk

 Agoras Fuarcylyk

 

SOSYAL MEDYA

Facebook'tan Takip EdinFollow us on TwitterBizi Linkedin'de takip edinBu siteyi favorilerinize ekleyin

600 YILLIK SEÇEK ŞENLİĞİ GÜNLÜĞÜ

Emekli bir Genç Akademisyenler Topluluğu üyesi olarak her türlü etkinlik kaçınılmaz bir şekilde artık ilgi alanıma girmeye başladıç Hele hele bu etkinliler içinde özbeöz geleneklerimizle ilgili ise, yaşadığımız bölgelerimizin kalkınması, gelişmesi ile iligli ise ve de köylerde yapılıyorsa büyük bir güç beni bu etkinlik mekanlarına çekmektedir.

Geçen yıl Genç Akademisyenler Topluluğu adına 3.Balkan Gençlik Festivali'ni Ketenlik'te hazırlarken Genç Akademisyenler Topluluğu başkanı Ozan Ahmetoğlu Seçek Şenliğinden bahsetmişti. Mutlaka gidip görmeliyiz demişti. Geçen yıldan beri not defterime kaydetmiştim. Seçek şenliğine gideceğim.

Bu yıl üniversite'den artık «nihayet!» mezun olunca geçmiş yıllara göre biraz daha erken bir tarihte memlekete döndüm. Biraz yerleşme kaygılarıç Biraz tatil kaygıları. Derken gündeme geldiç Seçek Şenliği Yapılıyor denildi.

Akşamlardan bir akşam Gümülcine'de bir akşam sefasına takılmışken muhabbeti bir daha gündeme gelince telefona sarıldım. Daha önceki yıllardan çeşitli koktyellerde tanışma fırsatı bulduğum Seçek Azınlık Kültür ve Eğitim Derneği başkanı Hasan BekirUsta'yı aradım. Kendisine ulaşamadım. Ancak elimdeki telefon numarasına cevap veren kayınpederi Ahmet Kavak beydi. Kendisi ile uzun uzun konuştuk. Kendisine niyetimi anlattım ve mümkünse üç gün boyunca izlemek istediğimi belirttim. Bizleri misafir edip edemiyeceklerini sordum.

Ahmet Kabak bey daha telefonda olmulu bir cevap verdi. «Misafir ederiz tabi ki. Seviniriz!» dedi. Devamında da kendisi ile Gündem Gazetesindeki Genç Bakış yazılarımdan başlayan, Genç Akademisyenler Topluluğu etkinliklerine kadar devam eden kısa bir sohbetimiz oldu. Daha telefonda anlamıştım ki Ahmet Kavak azınlık sorunlarımzı yakından takip eden ve herşeyden önce bir gazete okuru idi. Sevindim doğrusu. Daha telefonda bana geçen yıl Ketenlik'teki festivale geldiğini, ve İskeçe Türk Birliği Kızlar Vokal Grubunun dağıldığından dolayı ne kadar üzgün olduğunu belirtti.

Sohbetimizi yüz yüze devam ettirmek sözü ile vedalaştık.

OTOSTPÇU DELİKANLILAR

Ahmet Kavak Bey bize şenliğin bu yıl ki başlangıç köyü olan Babalar Köyüne nasıl ulaşabileceğimizi arabamızın olduğunu düşünerek anlattı. Ancak biz gariban yeni mezunlarda araba ne arar. Yıllarca öğrencilikten sonra ailemize bir araba bile aldıramadık. Neyse konuya benim gibi meraklı Genç Akademisyenler Topluluğu Teşkilat Başkanı Hüseyin Sadık'la sözleştik. Ne yaopıp yapıp gidecektik. Seçek'e çıkacağını duyduğumuz bilimum abilere büyüklerimize danıştıysak da bize herhangi bir araba da yer çıkmadı.

Cuma sabahı İskeçe'den Gümülcine'ye KTEL Otobüsü ile geldim. Hüseyin Sadık'la otobüs istasyonunda karşılaştık. Oradan da KTEL Şapçı arabasına atladık. Şapçı'ya varınca da iki yolumuz vardı. Taksi tutmak ya da otostop çekmek.

Taksi fiyatlarını sorunca piyasanın 10.000 DRh ile 15.000 DRH arası olduğunu gördük. Taksi hevesimiz uçtu gitti. İkinci alternatif Otostop çekmek ti. Şapçı'daki Cuma pazarı olması dolayısıyla bir tanıdık görebiliriz düşüncesi de suya düşünce tabanlara kuvvet dedik. Şapçı'dan «Yeni Yol'a» çıktuk. Yeni yol dan Baldıran (Nea Sanda'ya) çıkacaktık. İlk 5 kilometreyi yürüyüp otostop çektikten sonra bu otostop muhabbetinin pek te umduğumuz gibi olmayacağını anlamıştık.

Yoldan geçen 20 küsür arabaya çektiğimiz otostop işaretine kimisi dalga geçerek kimisi «Rezerv lastik alsaydınız!» diye laf atarak geçti. 30 küsürüncü araba durdu. Genç bir Yunanlı durmuştu. İstikametimizi anlattık. Üniversite öğrencisi olduğumuzu anlattık. Devamında da Seçek Güreşlerine gittiğimizi söyledik. Delikanlı bizi aldı. Ama belli ki Yunanlı olduğumuzu sanmıştı. Öyle ki laf İstanbul'da okuduğumuzdan açılınca «Türkler siz İstanbul'da okuyan Yunanlılara kötü davranmıyorlar mı?» sorusuna vardı. Cevaptan önemlisi soru galiba...
Cevabı bizde kalsın...

Neyse kibar Yunanlı ve bir o kadar da önyargılı delikanlı bizi Baldıran Köyünün girişinde bıraktı. Bir de tembih etti. BU yoldan pek araba geçmez. Tabi bizi pek inandıramadı ama haksız da değildi...

Baldıran köprüsü'nde 60 küsür dakika boş boş beklediğimiz süre içinde istikametimizde bir kamyon ve bir tıkabasa dolu bir Almancı geçmişti...

Tabi Otostop işaretini çektiysek te anlamı pek olmadı...

Sorun ciddiye binince hala kapsama alanında olduğumuza şükredip cep telefonu sayesinde bulunduğumuz noktadan nasıl çıkabileceğimizi düşünmeye başladık. İskeçe, Gümülci'ne ve Şapçıdan bir bir dostları aradık. Kimi meşgul kimi evde değil. İsekeçe'de evinde bulduğum Aysel'den rica ettik. Bize Şapçı'daki bir Taksi Durağı'nın telefonunu bulmasını istedik.

Tam telefonu almış numarasını çeviriyorduk ki. Arkası açık bir araba bize hayretle bakarak yanımıza yaklaştı. Sahibi Türk'tü bariz. Yusuf abi... Durdu kapıyı açtı. Hayretle baktı. Merhaba Yusuf abi dedik. (İsmi Arabada yazılıydı.) «Nereye be kızanlar?» diye sorunca anlattık. Hayretle baktı ve kimlik «tavtotita» sordu... Gösterdik. Yanımızda vardı Allahaşükür. «Ha atlayın be kızanlar benim de yolum Babalar'a» dedi.

Böylece otostop maceramızın son bir saatlik yolunu da HacıViran'lı Yusuf abi ile tanışarak, sohbet ederek geçirdik. Yusuf abi dobra bir yol arkadaşı idi. Azınlığımızın kendi kimliğini savunma mücedelesinde çeşitli şekillerde yer almıştı. Rahmetli Doktor Sadık Ahmet'le ilgili anılarını anlattı. Yolda giderken Hüseyün Sadık çantasından Ayşegül'ün Güzelleme kasedini çıkardı. «Ordu'nun Derelerı», «Yüksek yüksek tepeler'I» dinleyerek Babalar köyüne vardık.

Bu ara geçtiğimiz mekanlar, doğal manzara enfes'ti. Tanrım oralarını yaratırken keyfi yerindeymiş. Enfes bır doğa harıkası. Bizim İskeçe' cıvarındaki balkan köyleri ile kıyaslayınca daha fazla düzlük daha fazla yaylalar gördük. Hakkaten kayda değer bir doğal mekan.

ÖĞLEN YEMEĞİ

Köyün girişinden daha kalabalık belli oluyordu. Bu yıl Şenliğin Ağası Babalar Köyünden olduğundan etkinlik geleneksel olarak ağanın köynden Babalardan başlıyordu.

Biz yollarda ototstop çekmekle meşgulken, Cuma Namazı öncesinde başlamış olan mevlid'I ve de Cuma Namazı'nı kaçrıdıkç Ancak Gümülcine Seçlimiş müftüsü İbrahim Şeriften daha önceden öşrendiğimiz doğrultusunda, mevlide Gümülcine'den gelen mevlitanlar katılmıştı.
Biz vardığımızda Babaar'ın biraz kenarında kalan ancak köyün merkezinden görülen bir yayla'da misafirlere bir yemek verildiğini gördük. Aklımız yemekte değildi ancak yine de Dernek Başkanı Hasan bekirUsta'yı bulup «Merhaba biz geldik!» demeyi doğru bulduk. Kendisini bulmak için yaylaya doğru ilerledik. Babalar'daki yaylaya girince etrafımızı gözlemlemeye başladık.

Sağ tarafımızda yaylanın yarısını kaplayan 100 metre cıvarında uzunlukta, ayaklar üstüne bir çatınının yapıldığı bir gölgeliği gözlemledik. Bu gölgeliğin içinde tek sıra dar uzun bir masaö masaların etrafında da sağlı sollu ikişer sıra toplam dört sıra sandalyeler vardı. Masanın orta yerinde de ayrı bir masa ve masanın üstünde bir ses teşkilatı vardı. Belli ki artık teknoloji bu geleneğimize de en azından girmişti.

Bu gölgeliği'nin önünde de kocaman boş bir alan vardı. Doğal bir yayla. Gölgelikten kçye doğru baktığımızda sağ tarafımızda ise, yaylanın yarısını kapsayan bir alanda, Gümülcine'Şap.ı ve Dedeağaç cıvarından gelmiş çeşitli satıcılar bir pazar alanı kurmuşlardı. Üstümüzü kirletmemek için dağ pantolonundan, arabesk sanatçıların kasetlerine, halı'dan oyuncaklara kadar geniş bir yelpazede mal satan bilimum satıcılar.

Bu masanın yanında da misafirlere etli pilav ya da sadece et ikram eden Hasan Bekir Usta'yı bulduk. Hoş beşten sonra bize yer gösterdi, yenek dağıtıcılarından birini bizim masaya görevlendirdi. Sonra da müsade isteyerk organizasyonla ilgilenmeye başladı. Anlayışla karşıladık çünkü organizasyonun ne olduğunu biliyorduk.

Yemek faslını tamaladıktan sonra da oturduğumuz masanın cıvarındakı insanlarla konuşmaya başladık. İlk dikkatimizi çekense, masada oturanların cıvar köylerden olmalarına rağmen enfes bir Türkçe konuştukları idi. Bir balkan kolu köyünde idik. Ancak enfes bir aksanla dilbilgisi bir hayli iyi olan bir Türkçe konuşuluyordu . Nerdeyse herkes de çok düzgün konuşuyordu.

Muhabbete başladığımız nokta'da tanıştığımız insanlar arasında Ahmet Kavak bey'de vardı. İki akşam önce uzun uzun konuşmuştuk telefonda. Ancak ilk defa karşılaşmıştık. Fakat onun da misafirleri olduğundan dolayı muhabbetimiz fazla sürmedi.

Konuşmalarımıza kulak misafiri olan bir beyfendi yerinden dönüp sohbete katıldı. Mehrikoz Nahiye Müdürü Mehmet Abdurrahim. İlginçtir ki Mehmet' beyle konuşurken, anlattıkları hiç te ilginç ya da yabancı gelmedi. Mehmet bey eğitim göçünden bahsetti. Eğitim göçünden dolayı öğrencilerin büyük bir kısmının Yunanistan'a dünemedikleriniden, hatta büyük bir kısmının Yunanca'Yı hiç bilmediğinden bahsetti. Bu durumun aslında çok ünemli bir sorun olduğunu belirtti. Çözüm yolu olarak ta yaz tatillerinde çğrencilere hitaben bir Yunanca Kursunun çok faydalı olacağından bahsetti. Bu kursun da aslında belki İstanbul'da bile olabileceğinden söz etti.

Ne diyebilirdim ki? Konuyla ilgli GÜNDEM gazetesindeki yazılarıı okuyup okumadığnı sorunca okumadığını söylemesi beni biraz daha sevindirdi. Demek ki bahsettiğim bazı konular hakikaten toplumsal sorunlarımızmış. Benim dışımda da hiç daha önce tanıma fırsatı bulamadığım insanlar da aynı şeyleri düşünüyormuş. Biraz sevindim. Biraz rahatladım.

Derken bir ara konu akademili öğretmenlerden açıldı. Muhabete katılanlar durumun ne kadar feci olduğundan bahsettiler. Tür kültürü almamış, Türk Kültüründen bir haber gençler sırf para ve maaş uğruna Selanik'teki Özel Pedagoji Akademisine gittiklerini ve kendilerini bu konuda savunurken, «milletvekilleri de devlet maaşı alıyorlar» dediklerini anlattılar.

Konuşmacılardan biri de «Maalesef ki Mehrikoz Nahiyesi» önce medreseye sonra da akademiye en çok öğrenci gönderen köyler arasında olduklarından yakındılar.

Kimin ne sğylediği bir tarafa fakat aklımda ş.yle bir zincir oluştu. Dini duyguları yoğun olan ve milli kültürümüze pek te fazla önem vermeyen köylülerimizin büyük bir kısmı ilkokuldan sonra çocuklarını Medreseye , oradan sonra da SÖPA' ya göndermektedir. Bunu yaparken de savunma hazır aslında... «Okumanın ne ayıbı var ki?», «Orası da okul değil mi?», «Milletvekilleri de Yunan Devletinden para alıyorlar». Biraz temele inildiğinde, yıllardır pek te konuşulmayan başka bir boyut çıkıyor. İnsanımız eğitimi bir çıkış yolu olarak görüyor ama sonunda iyi ve kolay maaş istiyor. Sınıf atlamak istiyor. Tarımsal kesim olan Batı trakya'da da bazı kesimler Akdemi öğretmenliğini iyi para getiren bir meslek olarak görüyorlar. Toplumuzun koyduğu tavırı kale almayarak.

Öyle ya Ülkemiz dış işleri bakanı Pangalos' Batı Trakya ziyaretinde müjdeyi verdi. SÖPA'ya kardeş okul geliyor. Yüksek teoloji enstitüsü. Yani Selanik Özel İlahiyat fakültesi...

Bu konular çerçevesinde muhabbetimiz gelişirken birden davullar çalmaya başladı.

FERACELİ HALK OYUNLARI GRUBU

Davullar çalmaya başlamasıyla birlikte hiç bir anons yapılmadan bir grup feraceli, baş örtülü 14-15 kişi cıvarında, 18 22 yaşlar arasında genç kız yaylanın orta yerinde dans etmeye başladılar.

Afalladım kaldım. Birdaha tarif ediyorum. Siyah Feraceli, çeşitli lacivert desenli beyaz başörütülü, bir grup 18 -22 yaşlarında genç kız kendi aralarında Trakya havaları, rumeli havaları oynamaya başladılar. Folklor grubu diyecek oldum. Baktım ki öyle o kadar belirgin bir grup yok aralarında. Ancak müziğin ritmini iyi bir şekilde yakalamışlar ve dans ediyorlardı. Adımları tanıdık geldi. Biraz «Drama Karşılaması» nı çağrıştırıyordu. Devamında müzik değişince de halay çektiler.

Bana ilginç gelen nokta şuydu. Aynı görüntüyü bugüne kadar başka bir balkan köyünde görememiştim. Belki vardı ama bana ilgin. geldi.
Birkaç fotoğraf çektim. Etraflarıda dolaştıp fotoğraf çektim.

ER MEYDANI- «PALESTRA»

Doğaçlama gelişen folklor gubu davul zurna eşliğinde doğaçlama etkinliğini tamamladıktan sonra davullar durdu.

Mikrofon başına masaya oturan dernek Başkanı Hasan BekirUsta Cuma günü gerçekleşecek güreşlere katılmak üzere güreşçileri davet etti.
Bu ara bu sahne düzeni gelişmeye başlarken dikkatiim çekti inceledim. Organizasyon masasının hemen üstünde Bir bez panoda kırmızı harflerle Türkçe «ER MEYDANI» altında da mavi harflerle «PALESTRA» yazıyordu. Öyle ya yıllarca unutulmaya yüz tutan bu geleneğimize Yunanlılarda sahip çımıştı... Yıllarca güreşlere katılanların büyük bir kısmı Yunanlı olmuştu. Doğal olarak ta üç gün süren etkinlik boyunca da her anons mikrofondan iki dilde Yunanca ve Türkçe yapılıyordu.

Organizasyon masasından çeşitli anonslar yapılmaya başlayınca etrafa bilimum gazeteci araştırmacı kılıklı insanlar çıktı. Bir kısmı halkatan meraklılardı ancak bir kısmı da son derece profeyonel fotoğraf makineleri ile gelmişlerdi. Belli ki gazeteciydiler. Bir kısmı da kameraları ile meydandaydı. Kameremanlar arasında ET-3 ten Yunan Resmi 3. kanaldan olan üç kişilik bir ekip te Belgesel yapmak aracıyla buralarda idiler. Son derece de dikkatli çekimler yapıyorlardı.

İçim burkuldu doğrusu. Azınlığımızın kültürü'nü inceleyen Yunan Resmi Kanalı idi. Bizden se başka bir basın mensubu bulunmuyordu. Üzüldüm. Kültürümüzü yüne Yunanlı yapımcıların gakış açısıyla yine Yunanlılardan dinleyecektik. Kimbilir de bu sefer bize ne tür yeni özelliklerimizi tanıtacaklardı...

Daha önceleri de söylemsiştim. Kendi kültürümüze sahip çıkmak için bazı toplumsal güzelliklerimizi, türenlerimizi kayda geçirmemiz gerek demiştim. Ancak sakalım olmadığı için, gözlüğüm ve beyaz saçım ya da konşurken oturduğum güzel bir divanım olmadığı için kimse beni kale almamıştı. Ne de olsun ağzı süt kokan dünün kızanları idik. Fakat bazı kaygılarım hep ispatlanıyordu...

GÜREŞÇİLER VE GÜREŞLER

Malesef doğrusunu itiraf etmeliyim ki, bedensel enerji gerektiren, güç gerektiren bri sporla daha önce hiç ilgilenmediğim için de yağlı güreş hakkında pek bir bilgim yoktu. Ancak yine de ortalıkta olup biteni seyretmek ilginç ve heyecan verici idi. Hele hele bu geleneklerin 600 yıllık bir geçmişe dayandığını bilmek olaya ayrı bir de haz katmıştı.

Derken pehlivanlar gelmeye başladı. Küşük boyların «Toz Koparan'ların» güreşleri kısa sürdü. Ancak büyük boyların kisi son derece ilginçti. Uzun sürdü. Bu ara çiçeği burnunda bir yıllık ömrü olan Seçek Azınlık Eğitim ve Kültür Derneği isminin arka kısmında yazılı olan Kıspet'ler hazırlamıştı.

Kıspet yağlı güreş esnasında giyilen özel bir pantlondur. Beldeki üst kısmında bir sicim kemer işlevini görmekte, alttan da bacağa sarılmasını sağlayan da dizaltında paçaların ince bir sicimle bağlanmasıdır.

Saat 16:00 cıvarına başlayan güreşler saat 20:00 cıvarına kadar sürdü. Bütün bu süre içinde ise tüm köy halkı kadınlı erkekli güreşleri izledi. Güreşlerin olduğu yayla içinde herkes güreşçileri içine alacak kocaman bir daire oluşturdu. Dairenin her tarafında insanlar sıcak güneşe rağmen çimenlere oturmuş güreşleri izliyorlardı.

Saat 20:00 cıvarında ise güreşler bitince dernek başkanı Sn Hasan bekirusta bir anonsta bulundu «Saat 21:00 gibi tüm herkes burada bulunsun! Derneğimizin hepimize bir sürprizi var!»

SEÇEK AZINLIK KÜLTÜR VE EĞİTİM DERNEĞİ FOLKLOR GRUBU

Sürpriz harbiden sürpriz oldu. Hani bir folklor grubunun sehne alacağını duymuştum ama bu konuda çok büyük bir berlentim olmamıştı. Ancak karanlık iyice çökünce ve yaylayı aydınlatacak ışıklar yerleştirilince yaylanın havası birden değişti.

Gündüz vakti güreşleri izleyen kalabalıktan nerdeys giden olmamıştı. Bin kişinin üstünde bir kalabalaık büyük bir açlık belirtisi sergiliyerek sahnenin etrafında doğal bir tirbün oluşturmuşlardı. Nerdeyse herkes bir beklenti içine girmişti. Derken alana güreşçilerin ve halkın geldiği taraftan kırmızı folklor kıyafetleri içinde bir grup kız sahneye doğru taşmaya başladı.

Hasan Bekirusta'ya yanaşarak gösterisi sonrasında folklor grubu ile bir reportajda bulunmak istediğimi söyledim.
Grup sahneye doğru gelirken grup içerisinde Boğaziçi Ünviersite'sinin 1 yıllık öğrencilerinden Hatice Derviş'I gördüm. Arada bir yerde seslendi «Mehmet Abi merhaba!»

Grup hakkında söylenecek çok şey var aslında. Enfes bir koreografi sergilediler. Batı Trakya Topraklarında ilk defa lise son ve üniversitelilerden oluşan bir folklor grubu vardı karşımda. İlk defa bir grup düzenli ve üstünde çalışılmış, kağıt üstünde koreografi yapmış bir grupla karı karşıyaydık.

Grup Sahneye geldiğinde grubun belirli bir üyesi olan sunucusu Ayşe Kara mikrofona gelerek kendi genç uslubuyla programı sundu ve grubu oyuna davet etti.Gruba bantta hazırlanmış belirli bir müzik eşliğinde on beş dakika süren bir gösteride bulundu. Bu gösteri sırasıyla Cezairi, Al Fadimem, Gelin Gider, Hereke, Yemeni, Aşalım, Güvende; Menekşe; Bursa Sekmesi. oyunlarını sergilediler.

Folklor grubu enfes gösterisini tamamladıktan sonra aldığı alkıslar sonucu oyunlarından bir bölümünü yeniden canlandırdı. Devamında da Anne babalarlar hatıra fotoğraflarına geçildi. Ailelerin guruların ve sevinçlerini anlatamama gerek yok herhalde. Bu diyarda ilk defa böyle düzenli bir folklor grubu bir gösteri sunuyordu ve de kendi kızları bu gösteriyi hazırlamışlardı.

Gösteri tamamlandıktan sonra kızlar değişmeye gittiklerinde sahne etrafındaki insanlar bir beklenti içinde kaldılar. Sahnede güzel ve tanıdık bir şeyi seyretmenin neşesini yaşamışlardı. Ancak kısa sürmüştü ve bir beklentileri daha vardı. Devam etmeliydi... Ama devam edecek birşey yoktu.

Bu nokta da işte biraz canım sıkıldı işte. Aslında o gece düzenlenebilecek bir dizi başka etkinlik te düşünülmüş. Fakat farklı sebeplerden dolayı Cuma Gecesi planlanan kültür etkinliklerine başka Batı Trakyalı topluluklar katılamamışlar. Herkesin katılamamsı için farklı sebepleri varmış. Yargılamıyorum. Ancak açıkçası üzüldüm. Bir taraflara not düşmüşüm kendi not defterime.

Aslında bu Cuma akşamı bu güzel ve kültürel etkinliğe aç olan topluluk huzurunda çok güzel bir Batı Trakya Şiiri gecesi Düzenlenebilirdi. Genç Akademisyenler Topluluğu nun Eşekçili'de düzenlediği Ketenlikte düzenlediği şiirli gecelere benzer bir gece düzenlenebilirdi.
Ben teklif etmiş olayım: Umarım gelecek organizasyonda başta üniversite öğrencilerinin oluşturduğu Genç Akademisyenler Topluluğu olmak üzere diğer Azınlık Kuruluşlarımız da bu Cuma Gecesi Kültür şölenine katıkda bulunabilirler.

Bu noktada aklıma Şafak Okuma Tiyatrosu geldi. Neden olmasın. Bu kadr izlemeye, dinlemeye, seyrtmeye açık bir topluluk huzurunda böyle bir etkinlik neden düzenlenmesin ki? Çok güzel de olabileceğini düşünüyorum. Hatta belki İskeçe Türk Birliği ve de Gümülcine Türk Gençler Birliği kendi Folklor Grupları ile bile bu etkinliği renklendirebilirler. Benden önermesi. Umarım en azından Seçek Azınlık Kültür ve Eğitim Derneği teklifimi değerlendirip diğer kuruluşları bçyle bir ortak etkinliğe davet eder.

GURURLU DAĞLI SERT KIZLAR TOPLULUĞU

Folklor grubu üyelerinin büyük bir kısmı giysilerini değiştirdikten sorna meydana geri döndüler. Kendimize çayırlarda sakin bir kçşe bulduk ve sohbete daldık.

Folklor Grubu Ayşe Kara Hüseyin (İstanbul Üniversitesi Hukuk 1), Fatma Bakkal (Galatasaray Üniversitesi İletişim 1), Zeynep Bakkal (Lise ), Fatma Kehaya (Uludağ Üniversitesi Hemşirelik 1), Saniye Kehaya (Marmara Üniversitesi Halkla İlişkiler 1), Zühre Kehaya (Orta Son), Hatice Derviş (Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık 1), Zeynep Kehaya (Lise), Emine SarıMehmet (Lise Mezunu), Meliha DeliHasanoğlu (Galatasaray Üniversitesi İşletme 3) ten oluşmaktadır. Grubun ayrılmaz elemanlardan biri de Grubun Sunucusu Ayşe Kara (Lise Son).
Pırıl pırıl genç insanlar. Aralarından bir kısmı da sanatın başka dalları ile de ilgileniyorlar. Ayşe KaraHüseyin bağlama çalıyor şiirle ilgileniyor. Belki de aralarından en cazgırları. Aslında hepsi bir birinden cazgır tipler. Son derece hareketli ve son derece canlı insanlar.

Aralarındaan Ayşe Kara ve de Hatice Derviş şiirle ilgilneiyor. Hepsinin ortak özelliği de Bektaşi Pomak Türkleri olmaları. Bu tanımlamayı kendileri nerdeyse bir ağızdan yaptılar. Kimliklerinden gurur duyuyorlar. Hatta o kadar gururlu ve sert tanımlıyorlar ki kendilerini kasabalı gençleri «yumuşak» sınıfına dahil ediyorlar. Bu konuda da o kadar ciddiler ki yanlış anlaşılmamak için muhabbetimiz esnasında diplomasi dilini kullanmadan son derece dobra konuştuk.

Muhabbetimiz ve sohebetimiz güzel oldu. Bayağı şaşırmıştık. Ayaklanıp dağılmaya başaldığımızda ertesi günü yapılan «üniversite'yi yeni kazananlar parti'sinden» bahsettiler. Aralarından Eczacı Fatma Hüseyinle beni de davet etti. Katılrız dedik! Yeterince şaşırmıştık. Yeni şaşkınlıklara göğüs germeye kararlıydık.

(Folklor Grubu ile ilgili reportajımız GÜNDEM Gazetesi GENÇ BAKIŞ Köşesi'nde Gündem Sayı Xxx, Tarih 12 Ağustos'da yayınlandı.)

ŞİMDİ NERDE YATACAĞIZ ?

Otostopa hazırdık. O çılgınlığı iyi kötü yapmıştık. Ancak yatma konusunda o kadar çılgın değildik. Neyse ki Dernek Başkanı H. BekirUsta bize kalacak bir ev ayarlamıştı. Kendi evinin yanında aile fertlerinden birine ait yeni yapılmış geniş ve ferah bir ev bize ayrılmıştı. Eve girip elimizi yuzumuzu yıkayıp yatağa başımızı koyduğumuzda yorgunluktan olsa gerek uyku beynimizi sarıverdi...

BABALARDA SABAH KAHVESİ

Sessiz sakin bir sabah havasında uyandık. Enfes bir sessizlik. İstanbul'un bitmeyen dinmeyen gürültüsünden sonra kulaklarımın bayram ettiğini hissettim.

Bizi uyandırmaya gelen Ahmet Kavak beydi. Ahmet Kavak Bey'le eğitim üzerine güzel bir sohbetimiz gelişti. Bir önceki gün Er meydanı tribünlerinde başlayan eğitim üstünde sorunlardan konuştuk. Eğitim sorunlarımızın belki de en temelinde SÖPA'lı öğretmenlerin olduğundan bahsettik. Köydenki ilkokullardan köy kütük mezun olan öğrenciler Medreselere gidiyorlarö devamında da SÖPA ya gidip başımıza öğretmen oluyorlar: Ancak bu genç çocukların çok büyük bir kısmı malesef Türk kültürünü tam alamamış, hatta bunun ötesinde de sadece din kültürü içinde yoğrulmuş hatta SÖPA ‘da da Yunan Kültürü içinde yoğrulmuş gençler. «Ekmek kavgası» adına toplumdaki bazı değer yargılarına kale almdan öğretmenlşk yapmaya çalışan gençler.

Aslında konuştuklarımız yeni bir şey değildiç Ancak anlaşılan Bu konu benim orda olmamın ötesinde de uzun süredir konuşuluyormuş. Sebeplerden biri de o cıvarda bulunan Merikoz köyü En fazla medrese ve SÖPA Mezununun olduğu bir köy. Hatta bazı tahminlere göre de 4 haneye bir öğretmen düşüyormuş. Tabi bunlar sadece tahminler. Ancak bu ve benzeri rakamlar hep çevrede dolaşıyormuş.
Bu öğretmenlerin öğretmenlik yapmaya gittikleri köylerde ola ki daha düzgün ve daha temiz bir Türkçe konuşuluyorsa o vakit bu zavallı öğretmenler hakkaten yetersiz kalıp kendileri güç durumda kalıyorlarmış.

Ahmet Bey'le başlayan sohbetimize Babalar'da başlayan organizasyondaki başka köylüler de katıldı. Fakat artık yavaş yavaş geç oluyordu. Bir an önce kalkıp hazırlanmak gerekiyordu. Çünkü saat 11:00 gibi Panayır ağasının evinden Seçek Yaylasına alayla gidilecekti.
Arada Kahve sohbetine Derneğin Genel Sekreteri Muharrem Caferoğlu da katılmıştı. Bir önceki gün Muharrem Bey'den rica etmiştik bizi Şeyh Sait Ali Tekkesi'ne götürecekti.

SEYİD ALİ SULTAN TEKKESİ

Kahve faslımızı tamamladıktan sonra Hüseyin Sadık ve Ben Muharrem beyle birlikte Şeyh Sait Ali Sultan'ın tekkesini ziyarete gittik. Yolda giderken de Muharrem beyle Bektaşilik hakkında konuşma fırsatımız oldu. Muharrem bey son derece sakin ve cana yakın bir insandı. Son derece olgun bir şekilde de güzel bir sohbetimiz oldu.

Bir önceki gün ister gençlerle isterde orta yaşlılarla ismini açıklamamızı istemeyenlerden Bektaşilik konusunda bir çekingenlik hissettik. Kendilerine sorduğumuzda ise yarım yamalak verilen cevaplardan, ya da üstü kapalı verilen cevaplardan şu anlamı çıkarabilmiştik. Evet cıvar köylerde 600 yıldır yaşayan bir Bektaşilik Kültürü var. Başta Ruşenler, olmak üzere Babalar, Büyükderbent, Kamberler gibi bir kaç köyde çoğunlukla Bektaşi Müslümanlar kalıyor. Bunu herkes biliyor. Ama insanlar özellikle de yaşları ileride olanalr bu konunun konuşulmasını pek istemiyor. Bir kısmı azınlığımızın zaten Pomak, Çingene, Türk Kökenli gibi kavramlarla bölünüp parçalanmak istendiğini, dolayısıyla da yeni bir ayrılık unsuru'nun ortaya çıkmasını istemedikleri belirtiyorlar.

Ancak Muharrem beyle sohbetimizde ise herhangi bir ayrılık kavramının olmadığını dinledik. «Biz özbeöz Türk kültürünü canlı tutuyoruz!». «Aramızda bir Bekataşi Sünni farklılığı olsa da bu bir ayırıcı unsur değil! Ya da en azından birbirimizi ayırıcı unsur değil. Öyle ki bizim Sünni kardeşlerimize saygımız, Sünni kardeşlerin de bize saygıları var» diyorddu Muharrem bey.

Doğrusu bunu hissettikte. Köye gelişimizde kendilerini sünni olduğunu belirten bazı yaşı büyükler uyardılar: «Bakın bu köylerde Bektaşi'ler var. Sakın ha onları rencide edici bir harekkette bulunmayın!»

Ortada dostça ve saygılı bir yaklaşım vardı. Fakat bu Bektaşi Sünni ayırımını yapmak isteyenlerin de Azınlığı parçalamaya yönelik düşünceler içinde olduğunun da farkındaydı insanlar. Ne de olsa bu bölgenin ilginç bir boyutu idi bu. Azınlık toplumumuzu bir bütün olarak görmekten rahatsız olan güç odakları bu farklılığı ön plana çıkarmak için da çabalıyorlardı.

Tekke'ye vardığımızda enfes bir manzara ile karşılaştık. Geniş bir arazi üstüne yayılmış güzel bir Kompleks. Giriş kapısının hemen yanında İki katlı ve büyükçe bir yapı olan Paşalar Konağı vardı. Paşalar Konağı Tekkenin ilk ve en eski yapısıymış.

Tekkenin kuruluş hikayesi de şöyle Rumeli'nin İslam Ordularından, Osmanlı ordularından fethi öncesi Bektaşi dedeleri Rumeli'ye yayılırlar ve bu yayılma esnasında kendi Hacı Bektaş Veli'den aldıkları hoş görü anlayışını Rumeli'deki gayri müslüm olan halklara İslamiyeti tantırlar. Bölgede yıkım içinde olan bir Bizans İmparatorluğu ve de Haçlı seferlilerinin baskılarından yılmış olan bölge halkı Bektaşi Dedelerinin yaşam biçimi ve hoş görüleri ile İslamiyeti tanıtmaları ve de yaşamaları sonucunda İslamiyet'e sempati duymaya başlarlar. Bundan dolayı da Bektaşi Dedelerine, dervişlerine yöre halkı «Rumeli'nin Gönül Fatihleri» diyor. Bir rivayete göre işte bu dedeler bir vakit belirli bir sebeple Seçek Yaylasında bir araya gelirler. Bu biraraya gelişlerinin sebepleri bir rivayete göre kendi aralarında bir Baş seçmek, bir başka rivayete göre Rumeli'nin fethini kutlamak.

Her iki rivayet aslında ayrı ayrı olaylar da olabilir. Ancak yöre halkının belleğinde net olarak kalmış belirli bir tarihçe yok anlayabildiğim kadarıyla. Bu her iki rivayete göre de Bektaşi dedeleri kendi aralarında bir güreşe tutulurlarç Birinci rivayete göre kendi aralarında yaptıkları yarışlardan biri de Güreş Yarışması imiş. İkinci rivayete göre de Kutlamaların bir bölümü de güreşlermiş. Güreşler yapıldıktan ve de çevirmeler yendikten sonra da Dedeler geceyi geçirecekleri bir yer düşünmeye başlamışlar.

İşte bu nokta da Şeyh Sait Ali elindeki cirit'I yayladan aşağıya doğru atıvermiş. Düştüğü yerden biraz daha ileriye bir daha atıvermiş. İşte bu ikinci noktaya düştüğü yerin etrafına inmişler. Ciritin düşütüğü bu ikinci noktayı beğenmişler. Etrafında gecelemişler. Devamında da bu cirit kök salmış ve zamanla bir dut ağacı olarak büyümüş. İşte bu tarihi dut ağacı hala hayatına devam etmektedir. Bu dut ağacının yanında ise zamanla Paşalar Konağı yapılmış.

Tabi bu anlattıklarım halk arasında nesilden nesile aktarılmış halk kültürüdür. Bu akatarmaları yüzdeyüz doğru olduğunu tarihsel, bir kıyaslama yaptıktan belki de başka bektaşi cemaatleri içindeki rivayetleri dinledikten sonra savunmak gerekir. Fakat bu rivayet devam etmektedir.
Paşalar Konağı zamanla adakta bulunanların bir gece önceden gelip hazırlık yaptıkları bir mekan haline gelmiş. Bir bakıma bir misafirhane. Paşalar Konağının hemen önünde 600 yıllık dut ağacı. Sol tarafında Adaklık kurbanların kesıldığı bir Salhane. Az ilerde de farklı tarihlerde yapılmış üç ayrı Aşhane. Aşhaneler Kesılen kurbanların pişirildiği yemekhanelerdir.

Dut ağacını mekanın ortası olarak algılarsak bütün bu binalar dut ağacının solunda kalmaktadır. sağ tarafında ise Şeyh Sait Alinin Türbesi bulunmkatadır. Temiz ve bakımlı. Belli ki düzenli olarak bakımı yapılmaktadır. Türbeye girerkan sağ tarafta üç çeşmelik bir abdestahne bulunmakta idi. Biz de hazır ilk defa böyle bir tarihi türbeyi ziyaret etmişken bir abdest alıp iki rekat nafile namaz kılalım dedik. Muharrem beyden öğrendiğimize göre adet buymuş. Biz de saygımızdan eksik etmemek için adete uyduk.

Abdestimizi aldık. Türbenin içine abdestli girdik. Şeyh Sait Ali Sultan'ın türbesinde birirer fatiha okuduk. Devamında da türbenin sağ tarafında bulunan küük mescitte iki rekat namaz kıldık. Devamında da Tekkenin diğer tarafında kalan mezarlığa çıkarak Şeyh Sait Ali Sultan'ın silah arkadaşları nın ruhlarına üç ihlas bir de fatiha okuduk.Devamında da türbeden ayrıldık.

Türbenin az üstünde de çeşitli zamanlarda toplanılarak ayinlerin, sohbetlerin yapıldığı Cemevi'ni ziyaret ettik. Yenisi kapalıydı. Anca tarihi ve eski cem evine girebildik. Eski ve biraz bakımsız kalmış bir bina idi doğrusu.

Tüm bu binaların oluştuğu alan bayağı eskimiş ve bakımsız kalmıştı. Bakımsızlıktan bahsederken de Muharrem bey Anlatmaya başladı. Cıvar köy halkının oluşturduğu Bektaşi cemaati bir araya gelerek bir komisyon oluşturmuşlar. Bu komisyonun amacı da bu Tekke'yi restore etmek. Bu kültürel mirası canlı tutabilmek için gerekli temziliğini yapabilmek. Hatta belki de doğal havasını bozmayacak şekilde bir de çevre düzenlemesi yapabilmek. Ancak tabi bu girişim kaynak isteyen bir girişimdir. Bazı Yunanlıkuruluşlar 15.000.000 Drh cıvarında mazleme desteği vererek restorasyonu üstlenmeyi teklif etmişler. Ancak Muharrem Beyin dediğine göre kabul etmemişler. Çünkü var olanların bile bozulup yanlış yapılanmasından ve de tarihi dokunun bozulmasından korkuyorlarmış. Bu restorasyonu kendi halkımızın desteği, Türk Halkımızın desteği ile yapmak istediğini belirtiyor Muharrem bey.

Düşündüm de son derece mantıklı bir süşünce. Başkaları tarafından, tekkeye yüzyıllardır sahip çıkmış yöre halkının isteği dışında restore edilmesindense kendi elleri ile yapılması kendi halkımızın desteği ile yapılması çok güzel bir tavır. Bir yerde bu kültürel mirasın ne güzel korunduğunun bir göstergesi.

Sohbetimize devam ede ede Muharrem beyin arabasına atlıyarak Babalar Köyüne döndük. Çok hoş ve güzel bir sabah gezisi olmuştu. İtiraf edeyim gurur duydum. Bu kadar güçlü bir halk kültürünün bu bölgede yaşamasına, bu kadar güzel bir mirası canlı tutmaya çalışmaalrından gurur duydum. Geliştirmeye çalışmaları ise daha da sevindirici bir unsurdu.

BABALAR KÖY MEYDANINDA MÜZİKAL DÜŞÜNCELER

Babalara dönüce Hüseyin Sadık'la iştahımzın abardığını hissetik. Birer frapeyi ve de ikişer Kruasan'ı götürürken, Babalar köy meydanında devam eden sabah curcunasını gözlemledık. Arada bakışlarımız yan tarafta üç yunanlı bayanın oturduğu masaya yöneldi. Sohebete daldık. Üç araştırmacı bayan. Baştan gazetecei diye düşündüm değillermiş. Atina Konservatuarından gelmişler. Bölgedeki sesleri dinlemek için. Görev değil kişisel ilgi dediler. Şaşırdım kaldım. Bizler konservatuara arada bir zar zor insan gönderirken, Yunanistan'daki Konservatuar araştırmacıları bölgedeki sesleri dinlemeye ses kültrürümüzü anlamaya geliyorlar.

Günahlrını almış olmayayıma ama kendi kendime bayağı bir söylendim: «Kendi müzük Kültürümüz de bize Yunanlılar anlatacak. Biz niye yapamıyoruz? Biz ne den müzik kültürümüzü araştıramıyoruz? Kayda geçiremiyoruz? Tabi Sn Osman Arda Hocamızın Edebiyatçı Reşit Salim ‘le birlikte yaptığı bir Trakya Türküleri çalışması vardı ama, o kadar. Üstü yok. Allahtan Grup değişim gibi müziği ciddiye alan genç arkdaşlar var. Ama onun ötesinde ne var? Dağınık kişisel çabalar! Ama hep dağınık. Malesef Kurumsal çabalar nerdeyse yok gibi...

KÖY AĞASINDAN ALAY KALKAR

Düşüncelere dalmış düşünürken arada davullar çalmaya başladı. Derneğin Flaması, yanına da Yunan Bayrağı olan, arkası açık bir arabaya davul zurna ekibi bindi. Derken Panayır Ağasının evine gidiliyor denildi.

Geleneğe göre Cumartesi günü Ağanın evinden alayla Seçek Yaylasına çıkılırmış. Biz de yürüyerek arabayı takip ettik Bu yılın ağası olan Mehmet beyin Evine vardık.

Davulcular Flamanın ve de Bayrağın olduğu arkası açık arabadan indiler hemen çalmaya başladılar. Derken Ağanın evinde zaten birikmiş olan kadınlı erkekli kalabalık büyüdü. kalabalık büyüdükçe de davul zurna eşliğinde dans edenlerin sayısı da artmaya başladı. derken Yine bir önceki öğlen vakti görmüş olduğum feraceli folklor grubunun gizli kahramanları genç kızılar dans etmeye başladılar.

Ancak karşılıklı ve muntazam oynanan belirli oyunlar vardı... İsimlerini bilmediğim. Ancak adımları belliydi. kimbilir belki bir folklor araştırması yapılmaya bile değerdi.

Panayır ağası davulcuları şekerler ve ikramlarla karşıladı. Davul ve zurnalar bir süre boyunca Panayır Ağasının evi önünde çaldıktan sonra Panayır Ağası Dernek Yöneticilerinden küçük bir grup, Panayır Ağasının evinde bir odaya toplandı. İzin isteyerek ekibe biz de katıldık. Panayır Ağasının evinde Panayırın başarılı geçmesi için kısa bir dua yapıldı, şeitler, gaziler anıldı. Fatiha okunduç Evin dışına kadar da tekbirle çıkıldı. Bahşeye çıkıldıktan sonra ise Davul'lar yine çalmaya devam etti.

Belirli bir kalabalık toplandıktan sonra da önde Derneğin Flaması ve Yunan Bayrağı'Nın olduğu davulcuların bindiği arkası açık araba, arkada da halayla bizim arabalar.

SEÇEK YAYLASINA

Seçek yaylasına çıkan alaya biz de Abdi Pincal Beyin Arabısyla çıktık. Abdi Pincal bey Seçek Aıznlık Kültür ve Eğitim Derneği'nin Başkan yardımcısı. Abdi beyle Kısa süren yol boyunca güzel bir sohbet imkanımız oldu.

Abdi bey de bize Seçek Yaylasının aslında bu gün gidilen yayladan daha yukarıda olduğunu, fakat artık bu bölgenin Yunanistan ile Bulgaristan sınır bölgesi içinde kaldığını bundan dolayı da artık orasının yeterince gövenli olmadığından ikinci dünya savaşı sonrası yıllarda Panayırın, Şenliğin ve de Güreşlerin bu gün gittiğimiz yaylada yapılmaya başladığını belirtti.

Fakat son yıllarda gelenekte bir zayıflama olduğu bes belli. Öyle ki artık eskisi gibi Panayır Ağalarını çıkmadığını belirtti.
Eskiden Panayır sadece çevre köyleri arasında oluyormuş. Ancak son bir kaç yıl boyunca da panayırın gitgide duyularak daha fazla seyirci ve de misafir çekmesinden dolayı artık masrafı da yükselmeye başlamış. Bunda dolayı da artık Köylüllerin Panayır Ağası olmaya pek de hevesi yokmuş.

Ayrıca bir de eskiden cıvar köylerden gelenler hep Panayır Ağasına birer Kurbanlık koç hatta bazen de sığır dana hediye ederlermiş. Dolayısıyla Panayır Ağası bir yerde harcadığı paraya, katlandığı masrafa eşdeğer olmasa da ykın bir mikatrda hediye alırmış. Fakat son yıllarda hediye getiren de azalmaya başlamış.

Bu gelenek te bir yerde sönmeye başlayınca, geleneğin devam edebilmesi ihtiyacı gündeme gelmiş. Buna cevap olarak ta iki yıl süren bir düşünce ve bir yıl süren bir hazırlık aşamasından sonra dernek kurulmuş. Bu süreden sonra da dernek artık etkinkileri düzenlemeye başlamış. Öyle ki artık son iki yıldır dernek Paanayırı düzenlemeye başlamış Ancak gelenek devam etmesi açısından sembolik olarak da en çok parasal desteği veren Köylünün de Panayır ağası olması kararlaştırılmış. Böylece artık bu gelişen ve gitgide daha çok ilgi toplamaya başlayan geleneksel panayıra sahip çıkılmış.

Dernek kuruluş esnasında da dernek isminde «Azınlık» kelimesinin olmasına özenle dikkat ettiklerini Abdi bey de daha önce konuştuğum kişiler gibi özellikle vurguladı. Bu gelenek bizim kültürümüzün geleneği. Son yıllarda Yunanlılardan da artan bir ilgi olduğunu görüyoruz. Ancak bu ilgi'nin pek iyi niyetli olduğundan şüphelendik hep. Bundan dolayı df,erneğin bir azınlık derneği olarak kalabilmesini arzu attik.
Sohbetimize devam ederken söz Bektaşiliğe geldi. «Bektaşi ve Sünni kesim arasında bir çok dışardan bakanın arzu attiği gibi ilşkileri kötü değil. Gayet iyi. Hatta o kadar iyi ki biz bu şenliği artık birlikte düzenliyoruz.

Fakat bazı kesimler bizimde anlamadığımız şekilde tatsız ve karalayıcı sözlerle bizleri rencide ediyorlar. Şalvar değiştirme, Mum Söndü, gibi karalamaları duyup rencide oluyoruz. Tüm bunlar tamamen karalamadır. Akıl var mantık var. İnsan hiç bu tür şeyleri kendi aile düzeninde müsade eder mi? Biz bunu bu tür karalamaları söyleyenlerin cehaletine veriyoruz» diyordu Addi bey.

Söz Dede'lik makamına geldi: «Dedelik devam ediyor. Dedeler cem evlerinden sorumlu köylerdeki yetkililerimizdir. Her köyümüzde malesef yok. Büyük köylerde genellikle Dedeler var» diye anlatıyordu Abdi bey. Gizlilik nedenini sorduk. Her nedense Dedelerin gilzi tutulduğunu duymuştuk. Neydi sebebi?

Dedeler eskiden Savaşlarda toplum içinde ilk şehit edilenler olmuş. Bundan dolayı da bir şekilde bir noktadan sonra gizli kalmış. Ancak artık herkes Dedeleri biliyor ve tanıyor. Gizli tarafları kalmamış artık

Muhabbet koyulaştıkça yolumuz da kısalıyordu. Yaylaya varınca arabalardan indik. Alayla Alana giriş merasimi olacaktı. Yaylaya Abdi Pincal Bey'le çıkarken, geçmişteki katırların, atların yerini artık, modern ve şık arabalar aldığının da farkına vardık. Ama olsun şık arabalarla bile olsa geçmişten gelen o güzel halay faslını yaşadık.

YAYLAYA ALAYLA GİRİŞ

Seçek yaylasına varınca da Arabalardan inildi ve yaylaya hep beraber topluca halayla girdik. Önde davulcular arkada bizler Yaylaya girdik. Babalardan Gelen Panayır Ağası, Dernek Başkanı, dernek Yöneticileri önde gelenleri, misafirler. Yaylayı sağdan sola doğru saatin ters hizasında bir turladık. Önde davul zurna arkada bizler alana girdik.

Alanın bir kısmına geçici kahveler, gölgelikler kurulmuştu. Bir kısmı ise belediye tarafında düzgün bir şekilde yapılmıştı. Orta sahayı dernek güzel bir düzenlemiş ve çimlnedirmişti. Aslında güzel bir girişim olmuş. Etkinliğe geçen yıl da gelenler belirtti. Geçen yıla göre dernek bir yıl içinde gayet güzel bir çabada bulunarak gayet güzel bir girişimde bulunmuş. Çevre düzenlemesi güzel olmuş.

Arada bir çalıntı 5 dakikalıl zaman dilimleri içinde Hasan BekirUsta ile karşı karşıya gelerek kendisiyle ettiğimiz iki çift lafta Başkan «buralarını daha da iyi yapacağız» diyordu.

İLK MİSAFİRLER

Yaylaya gelişimizin ilk saati içinde hemen önemli ilk konuklar geldi. Geleneksel Türk Sporları Federasyon Başkanı Sn Alper Yazoğlu, Geleneksel 638. Kırkpınar Yağlı Güreşleri Ağası Ayhan Sezer, Tercüman Eski Genel Yayın Yönetmenlerinden dünyadaki en ünlü Türk Spor yazarlarından Ali Gümüş.

Dernek yetkilileri misafirleri karşıladılar, gölgeliklerden birine davet ettiler. Misafirler biraz erken gelmiş olmalıydılar. Hazırlıklar tamamlanmamıştı. Dernek yetkilileri henüz organizasyonla ilgileniyorlardı. Hüseyin Sadık'tan ve benden rica ettiler. «Siz okumuş kızanlarsınız. Onlarla bizim için biraz ilgilenirmsiniz?» Bizlerde Yaylaya misafir olmamıza rağmen Batı Trakya'lı kimliğimizle misafirlerle ilgilendik.
Geleneksel Türk Sporları Federasyon Başkanı Sn Alper Yazoğlu, Kırkpınar 638. Ağası Ayhan Sezer ikisi de pehlivan yapılı insanlardı. Tanışıp hoş beş sohbetinden sonra yemeğe oturduk. Kardeş bir geleneğin ağası gelmişken sormamak ayıp olurdu. Kırkpınarı sorduk. Oradaki ağalık geleneğini sorduk. Orada altyapı olmasına rağmen organizasyon çok daha farklı. Olayı belediye düzenliyor. Ağa olabilmek için belediye ye organizasyon masrafları olan 150.000 dolar yattımak gerekiyormuş. Bu parayı organizasyon için yatırdıktan sonra Kırkpınar ağası Ünvanını alıyormuşsun. Bu ünvan da kapıları açan bir ünvanmış.

Ayhan Sezer bey «çağımızın yeni adıyla sponsorluk'tur bir bakıma Ağalık.» Ama Türk toplumunun verdiği değerden dolayı sponsorluktan daha soylu bir anlayış anlabildiğim kadarıyla. Ayhan beyle konuşurken cıvar köyler hakkında bizden biraz bilgi istedi. Biz de bildiğimiz kadarıyla cıvar köylerinin bir kısmının Bektaşi bir kısmının da Sünni Pomak Türkleri'nin köyleri olduğunu söyleyince. Ayhan bey «Desenize memleketime gelmişim! Ben de Pomak Türklerindenim!» dedi. Şaşırıp kaldım.

Peki nasıl deyince anlattı. Bizim oralarada da Pomak Köyleri var. Ama bizim okumaya ve gelişmeye şansımız olmuş. Toplumun üst kademelerine çıkma fırsatımız olmuş. Ama anladığım kadarıyla siz borda Azınlık İnsaı olarak kalıp daha farklı bir kaderiniz olmuş.

Sohbet sposnsorluğa dönünce kendisi sordu: «Sizde Seçek Şenliğine sahip çıkacak büyük sanayici yok mu?» Güldüm kendi kendime, devamında da oturup yarım saat boyunca ayhan beye Batı Trakya'Nın ekonomik yapısını anlattım. Büyük esnafların olmadığını bir tek sanayi girişiminin dışında sanayicimizin olmadığından bahsettim. Dolayısıyla belki istense de o kadar büyük bütçeli organizasyonlara varılamıyacağını anlattım.

YAYLADAKİ İLK GÜN

Organizasyonun ikinici günü yayladaki ilk gün oldu. Misafirler geldikçe alan kalabalıklaşamaya başladı. Kalabalık geldikçe de «Bu bir şey değil asıl Pazar Günü çok büyük bir kalabalık bekliyoruz» denildi.

Öğleden sonra saat 16:00 cıvarına doğru insanlar geldikçe yavaş yavaş güreşler de başladı. Bu gün kü güreşler biraz daha usturuplu oldu. Daha uzun sürdü. Bir çok pehlivan uzun uzun güreşe tutuldular.

Pehlivanlar er meydanında güreştikçe insanlar da sahneden izlemeye devam ettiler. Fakat izlemenin yansıra çok belirgin bir şekilde insanlar bir yıl sonra bir kısmı da kimbilir ne kadar zaman sonra birbirlerini gördüklerinden dolayı bir çok köşe de mıhabbet sohbet vardı. Belki de bu etkinliğin bir başka özelliği güzelliği de buralardaydı. Kimisi şamata da kimisi muhabbette.

Ancak Yaylada Yunanlı kadın gazeteciler, misafirler haricinde neredeyse hiç kadın yoktu. Kimisi bu noktayı dinsel bir sebebe dayandırıyordu. Kimisi de Güreş Spor'unun kadınlara uygun olmadığını söylüyordu. Kimisi de daha mantıklı bir düşünce üretiyordu.
Eskiden Yaylaya katırlarla çıkılrmış. Babalar Köyü ile Yayla arasında 6-7 km lik bir mesafe var. Gidiş gelişi de zor bir mesafeymiş. Yaylada kapalı yer yok, kalacak mekan yok, su yok tualet yok. Ayrıca da güreşler geç saate kadar sürdüğü için ikinci gece köye inilmez yayla da kalınırmış. Dolayısıyla kadınlar için de zor bir ortam, zor bir yer. Ancak artık bu sebepler ortadan kalkmış gibi.

Artık nerseyse herkesin arabaları var. Neredeyse herkes en fazla bir saat içinde köyüne dönebiliyor. Dolayısı ile kadınların gelmemesi için bir sebep te yok.

YAYLADA AKŞAM SOFRASI

Akşam olup ta Güreşler sona erince Dernek yetkilileri bizlere yayladaki gölgeliklerden birinde bir yemek verdiler. Biz dediğim aslında Hüsyin Sadıkla benim yanısıra Türkiye'den gelen misafirler, çevre köylerden gelen misafirler.

Yemek boyunca ünlü spor yazarı Ali Gümüş ile konuşma fırsatımız oldu. Kendisinden yaşadığı bazı ilginç deneyimleri dinledik. Biz de kendisine bol bol Batı Trakya'lının bakış açısını verdik. Batı Trakya'da yazar olmak, Batı Trakya'da basın mensubu olmak gibi kavramları anlattık. Gönüllü araştırmacı yada gönüllü yazar kavramını «mamalikasız» yazar olmayı kendisine anlattık. Batı Trakya'da malesef bir çok alanda boşluklar olduğunu bu boşluklarla da kimsenin ilgilenmediğini anlattık.

İlerleyen muhabbetlerimizde de Ali Gümüş bey bizelere Gelenkesel Spor Dalları Fereasyonu tarafından yayınlanmış olan Kırkpınardaki Yağlı Güreşin Tarihçesi ile ilgili bir kitabını verdi.

Diğer taraftan da yemek esnasında ilk defa oturmuş ama hala telaşlı, hep bir sonraki adımları düşünen Başkan Hasan Bekir Usta ile sohbet etme fırsatı bulduk. Kendisi geleekle ilgili düşüncelerinden bahsetti. Şenliği Seçek Panayırı'nı geliştirmekistediklerini bu bağlamda da düşündüğü uzun vadeli projelerinden bahsetti.

Saat 10:30'a varınca masadaki konuklardan müsade istedik. Abdi Beyden bilzeri Ruşenlerde Folklor Grubu İyelerinden bir kısmının Üniversiteyi Kazanmalarını kutlama amacıyla verdikleri Köy Eğlencesine götürmesini rica ettik.

Abdi bey biraz şaşırdı. Herhalde masadaki muhabbet uzun sürecekti, belki de anlatmak istedikleri de vardı. Ama sağ olsun bizi kırmadı. Böylece arabasına atlıyarak Ruşenlere döndük.

DAĞLI SERT GURURLU KIZLARIN EĞLENCESİ.

Söz konusu eğlence belki de tüm Seşek Etkinliği ile alakasız. Programda olmayan görülmeyen, bulunmayan , belki de gelecekte de olmayacak tesadüfi bir özel eğlence idi.

Öyle 200 kişilik, köy meydanında bir eğlence değildi. Seçek Panayırı bakış açısı ile kayda geçmesi bile belki gereksiz. Ama oradaki sohbetleri ve muhabbetleri size aktarmak istediğimden bahsetmek istiyorum.

Bir akşam önceki Folklor grubu üyeleri ile yaptığımız resmi gazeteci yada araştırmacı kimliklerimizi Babalar köyünde bıraktık. Ruşenlere çiçeği burnunda bir mezun, ve bir üniversite öğrencisi olarak geldik.

Ruşen'lerde Fatma'ların kahvesinde zaten bir grup bizi karşıladı. İlk kahve ikramından ve tanışma muhabbetinden sonra Pari'nin yapılacağı eve gittik. İtiraf edeyim liseli yıllarıma döner gibi oldum. Bir vakit bizelerin de lisedeyken ev ev çeşitli bahaneler uydurarak yaptığımız partilerden hiç farkı yoktu. Dostlar arkdaşlar, tanıdıklar.

İkramlar, içecekler, sohbet, müzik ve göbek havaları.

Halk müziği revaçta idi... Bol bol göbek attık. Terledik. Sonra da dinlenip bir köşe'ye çekilip sohbete daldık. Aslında sima olarak bir birimizi bir kısmımız bir zamanla bir tyerlerden tanıyormuşuz. Üniversitye muhabbetleri , öğrencilik derken muhabbet bir noktdan sonra Köyde yaşam'a geldi.

Aklıma takıldığından bir türlü başka ortamlarda soramdığım belki de rencide ederim diye sormadığım sorulara cevaplar kendiliğinden gelmeye başlamıştı.

Hem ferace giyorlar hem de dans ediyorlar. Gayet şık geziniyorlar: Kızalr bir tenis topunun sahanın iki yarısı arasında gidip gelmesi gibi sözleri paslaşıyorlardı.

«Evet diyorlar. Buranın geleneğidir. Dışarıda Feraceli başörtülü dolaşıyoruz. Bu giyim tarzı buranın geleneği. Ama kentte kentli gibi dolşıyoruz. Bursa'da herkes gibi şık giyiniyoruz.»

Köyde şalvarla dolaşıyorlar. Bunu da köy yaşamının bir geleneği olarak algılıyorlar. Muhabbetleri çok güzel. «Kız erkek olsun güzel bir iletişimimiz var. Sorunlarımzı paylaşabiliyoruz. Kimse kimse ye art niyetle yaklaşmayı düşünmüyor. Böyle bir düşünce gelişiyorsa da bunu hemen söylüyor. Buralarda biz dobrayız! Açık sözlüyüz. O kadar açık sözlüyüz ki lafı evirip çevirip konuşmaya çalışan şehirlileri zaman zaman kırıyoruz. Bundan dolayı da kendimizi sert insanlar olarak algılıyoruz.»

Köy deki gençlerin büyük bir kısmı Bursa'da okumuş, okuyor. Bir kısmı da burada, medreseye gidenler de var aralarında tek tük. Ama ailelerin büyük bir kısmı Bursa'ya yerleştiği için çoğunluk Bursa'da. Bir kısmı bundan dolayı pek dönmeyi düşünmüyor. Çünkü böyle bir seçenekleri yok.

Çok neşeli ve müziği seven insanlar. Bu yaz «Zeynel» favori türküleri. Parti boyunca belki 20 defa dinledik. Oynadık. Bir ara Halük Levent'in romantik bir havası çaldığında bir çift dans etmeye başladılar. «Hemen kısa bir alkış koptu!» ve takdir sesleri yükseldi. «Neden bu tezhirat?» diye sorduğumda öğrendim ki dans etmenin ayrı bir anlamı var! Eğer bir erkek bir kızı severse, bir kızda bu sevgiye onay verirse, Erkek Dans'a davet eder ve kız da kabul edermiş. Dans'ın başka bir anlamı yok. Hani misafir'ler için bu kural geçerli değil ama biz yine de kuralı bozmadık.
Bektaşilikten kaynaklanan farklılıklardan konu açılınca bazıları tepkilerini dile getirdi. «Rahatız, rahat insanlarız, fazla kapalı değiliz diye herhalde bazı çirkin yakıştırmalar duyuyoruz. Şalvar değiştirme, mum söndü.

Olurmu hiç Sizin aklınız mantığınız bunu kavrıya biliyor mu hiç? Bunlar bizim de anlam veremediğimiz çirkin yakıştırmalardır. Biz sünni gelenklerinin büyük bir kısmına uyuyoruz. Kur'an okuyoruz, hatim ediyoruz, namaz da kılıyoruz, ama Bektaşilik ve Alevilk geleneklerimiz de yerine getiriyoruz. Cem evindeki sohbetlerimize de katılıyoruz.»

Peki kendinizi ne hissediyorsunuz sorusuna: «Nasıl olacak tabi ki Türk, Türkçe konuşuyoruz, evdeki sohbetimiz Türkçe, geleneklerimiz Türkçe. Hatta biz Bir çok bölgeden daha temiz bir Türkçe konuşuyoruz. Siz gençlerin buluşmasına Piyasa diyorsunuz. Biz sefa diyoruz!» Bu konuda haklılar! Hatta anne babalar dedeler seviyesinde de insanlar çok düzgün bir gramer ve Türkçe ile iletişim kuruyorlar.
Dağda yaşamak diye soruyoruz? Zor ve sert! Bizim gibi! diyeneler çıkıyor. Bir kısmı da biz tercihsiz zaten sadece 1 aylığına buraya tatile geliyoruz.

Göç göç göç! Acımasız yüzüyle burada da varlığını hissetirdi.

3 dört saat süren bir parti'den kısa kısa detaylar. Hoş bir genç topluluğun bakış açılarını sığdırmak zor tabi. Hatta bazı gençler bir öneride bulundular. Biz burada Yaşayan bektaşi kesime yönelen karalamalara cevap olması ve kendimizi tanıtmak için bir yazı yazmak istiyoruz diyorlar. «Tabi!» deyip söz verdim.

Ancak düşündükçe bu satırlardan yazdıklarını anladığım gençlere bir önerim var! Umarım ciddiye alıp kendilerine katkıda bulunurlar. Yazıyorsanız arkadaşlar, kendinizi sizden başka daha iyi yazacak kimse yoktur. Kendi değerlerinizi, günlük yaşantınızı, cıvardaki efsaneleri, geçmişten gelen hikayeleri anıları SİZden başka biri daha iyi yazamaz. SİZ'in kendinize güvenip piyasaya çıkmanız, Batı Trakya basınına bir katkıda bulunmanız hepimiz için bir kazançtır.

Batı Trakya'daki basından kimsenin sizleri rededeceğini zannetmiyorum! Hatta başka başka yazılarımda da belirttiğim gibi Batı Trakya toplumunun, basınının gen. kalemlere ihtiyacı vardır.

Partimiz bitip de Konu Babalar köyüne dönmeye gelince iki genç arkadaş gönüllü olarak bizi bıraktılar.

SON GÜNE GÜNAYDIN

Etkinliğin üçüncü günü de güreşlerin son günü idi. Sabah vakti kahvaltımızı Hasan BekirUsta ve Ahmet Kavak Bey'le yaptıktan sonra yine yaylaya erken vakitte geri döndük. Bu gün daha büyük bir kalabalık bekleniyordu.

Hakkaten de öyle oldu. Fakat son gün bizim için de en tipik gün oldu. Sabahtan beri sürekli gelen misafir grupları kaydetmek, daha az sohbet daha çok kim geldi telaşı belirgin di.

Resmi Polis'in yanısıra sivil ekipler de görevlerini almışlardı. Hani bir olay beklentisi yoktu. Ama onlarda görev başında idi. Ne de olsa özenmli misafirler gelecekti.

Sabah saat 11'00den itibaren cıvar köylerden kafileler gelmeye başladı. Yunanlı köylerden gelenler, belediye başkanları, meraklılar, ilgililer ve bilimum merkalılar yavaş yavaş damlamaya başladı.

Aslında bir metafor olacak ama Pazar Günü ErMeydanı Güreşçilerin Er Meydanından fazla siyasilerin Er Meydanı haline dönüştü. Sabah Saatlerinden itibaren, Gözümüze kestirdiklerimiz arasında DEB Partsi yetkilileri, SYN Milletvekili Mustafa Mustafa çeşitli yerel belediyelerin yetkilileri oldu.

Kafile halinde gelen herkese toplu halde bir karşılama Alay'ı yapıldı. Önde Davul Zurna, arkada gelen kafile. şahsen en kayda değer bulduğum, Kırkpınar Ağası'nın ve yanındaki konuklarının karşılama Alayı idi. Kıkpınar Ağası Ayhan Bey Gelenkesel Kıyafetini giymiş bir şekilde tören alanına girdi. Duygulandım doğrusu.

Gün boyunca katılan misafirler arasında Doğu Makedonya ve Trakya Bölge Genel Sekreteri, Rodopi ve Evros İllerinin Valilileri, yerel belediye başkanlarının yanısıra da Batı Trakya Türk Azınlık Danışma Kurulu Başkanı ve Rodop Pasok Milletvekili Galip Galip, Synaspismos Milletvekili Mustafa Mustafa, GTGB Başkanı Rıdvan Hatipoğlu, İTB Başkanı Sabriye K. Delioğlu, Gümülcine Seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif. BTAYTD Genel Sekreteri Reşit Salim, GAT Başkanı Ozan Ahemtoğlu etkinliğe katılanlar arasındaydı. Bu ara hakkaten kayda değer bir diğer nokta da bu yıl ilk defa İTB girişimi ile daha İskeçe'den GTGB'nin girişimi ile de daha Gümülcine'den Otobüslerle gelinmesi idi. Bu ilgi dernek yetkililerini son derece heyecanlandırmıştı.

Hasan Bekirusta'nın dediğine göre de bu yıl geçmiş yıllara göre Tüm Batı Trakya'lı kurumların başkanlarının ve de yönetcilerinin katılımıyla etkinlik hakkaten Tüm azınlığımızı kapsayan bir etkinlik haline gelmişti.

Misafirler oturtulup ağarlanmaya başlanılınca artık ortam daha da kalabalıklaşmıştı. Bir varsayıma göre 5000 kişi cıvarında insan Güreşleri izlemeye, yada bir birlerini göremeye, sohbete, poltika yapmaya, dost göremeye gelmişti. Kaçınılmazdı.

Ama gene de olayın Rodoplarn bir köşesinde Gümülcine'ye üç saat, İskeçe'ye dört saat uzaklıkta bir alanda olduğunu düşünürsek gene de bu etkinliğin bu kadar çok insan toplaması büyük bir başarı idi.

Öğlen vakti misafirlerin tümü gelince, yemek ve ikram fazlı da tamamlanınca Hasan BekiUsta'nın açılış konuşması ile aşılış konuşmaları faslında geçildi. Uzun bir konuşmacılar listesi vardı. Protokol kavramına giren nerdeyse herkes konuşup destek verici sözler söylediler.
Konuşmalar da tamamlanınca sırada Cuma Akşamı izlemiş olduğumuz folklor grubunun gösterisi vardı. Artık bir daha tekrar etmeme gerek yok herhalde. Koreografi sahne çayır ççmen olsa da yapılabildiğini gösterdiler bizlere. Fakat herhalde Yaylaya kadınların ilk defa çıkmış olmalarından olsa gerek, bu kadar büyük bir seyirci topluluğu önünde ilk defa gösteride bulunuyor olmaktan olsa gerek Pazar günü gösteresi biraz heyecanlı geçti. Arada bir de müzik tesisatında bir aksilik oldu.

Kızlar bir daha oyunu baştan sergilediler. Ancak bu kez çok daha iyi bir performans sergilediler.

Folklor gösterisinden sonra da sırada güreşler vardı. Hep olduğu gibi mikrofon başında «Cazgırlık» yapıldı, pehlivanlar güreşe davet edildi. Devamında da usturuplu bir şekilde başlayan güreşler seyircilerin yoğun ilgisi içinde devam etti.

Güreşler devam ederken bizler İskeçe ve Gümülcine'den gelen gençler biraraya gelerek sıkı bir «Karpuz Muhabbetine» girdik. Yok yok özel bir gelenek falan değil! Karpuz bildiğimiz karpuz. Ancak 20'ye yakın ev sahibi ve misafir küçük bir karpuzu paylaştık. Aslında karpuz bahane idi. Tanışmış olmak, muhabbet etmiş olmak önemisi. Güzel bir sohbet oldu. Sıkı bir muhabbet oldu. O karpuzun tadı hala damağımda.

VEDA VAKTİ

Zor oldu. Üç gün boyunca merak doruka olduktan sonra farklı ortamı bırakarak eve geri dönmek zor zanaat. İskeçe Otobüsü kalkıyor anonsları arasında zar zor toparlanarak kendimize geldik. Otobüse doğru yol alırken birburukluk yaşadık. İtiraf edeyim. Sadece ben de değil, Üç gün boyunca her muhabbete burnumuzu soktuğumuz Hüseyin Sadık, İskeçe'den kalkıp gelen GAT'çı arkadaşlar bile aynı burukluğu yaşadıklarını söylediler.

Hasan BekirUstayla apar topar vedalaştık. Görüşmek üzere diye ayrıldık. Bizleri misafir eden ilgilenen bilimum dostu göremeden bile.
Nihayet gençlerle vedalaşıp otobüsümüz Ruşenlerden çıktıktan sonra derin düşüncelere dalarak kendimi bir saat süren bir düşünce seline bırkamışım.

SEÇEK PANAYIRI'NIN BANA ÖĞRETİKLERİ

İster Ruşenlerde, İster Babalarda, İster Seçek'te 600 yılı aşkın bir kültür ve gelenek canlıdır. Bu cıvar köydeki insanlar bu kültürü bu kadar yıl boyunca yaşatibilmişler, canlı tutabilmişler. Gelenkleri ile, muhabbetleri ile sohbetleri. İtiraf edeyim Bektaşilik Hakkında bir hayli bilgisiz olarak bölgeye gittiğim için bir dizi doğru soruyu bilr belki soramadım.

Bu geleneğin kültürel, mimari ve sosyal açıdan kayda geçmesi gerektiğinin düşüncesindeyim. Çünkü bu gelenek, bu kültür, azınlık olarak bizim kültürümüz, azınlık olarak bizim benliğimizin bir parçası. Eğer kendimizi parçalanmış olarak görmek istemiyorsak bedenemizin her parçasına sahip çıkmamız gerekiyor. Geçmişten gelen, cehaletin, bilgisizliğin yarattığı önyargıları aşarak. Hatta belki de yakın tarihimizde birilerinin seriştirdiği ayırımcı tohumları (varsa eğer) ortadan kaldırarak.

Öyle ya Gazeteci kimliğimle konuşmaların notları yatıp trakterlere tutarken, daha iyi pozlar için çimlere tımanırken, daha Atina'lardan gelen Yunanlı araştırmacılar, gazetecilerle tanışma fırsatı buldum. El merakla kaydediyor. kaydedenler iyi niyetli olsa da yorumluyanlar her zaman iyi niyetli olmayabiliyor.

El araştırıyor bizse susmayı tercih ediyoruz. Sonra da bizi bize anlatıyorlar diye kızıp hiddetlenip protesto edebiyatımızı geliştiriyoruz.
Kendi kültürümüzü başkaları tarafından bana anlatılmasını tatsız bulduğum için genç araştırmacıları, gazetecileri, mimarları, sosyologları, folklor, edebiyat ve kültür araştırmacılarını göreve davet ediyorum. Ancak bu araştırmalar da gençlerin omuzlarını sıvazlıyarak, afferin afferin ne güzel de araştırıyorsun diyerek olmuyor. Azınlığımızın sesini duyurmak gibi kaygısı varsa, yazılı basılı araştırma ürünleri üretmesi gerekmektedir. Bu da kurumlarımızın Parasal desteği ile olabilir ancak... Program, imkan desteğiyle ancak. Yoksa bol bol havanda su döveriz ve de okuyucusu posta kutuları olan protesto edebiyatına sürekli yeni ürünler yaratırız.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!

Bir daha itiraf edeyim. Gönlüm Seçek'te, Babalarda, Ruşenlerde kaldı!

© 2011 Mehmet Dükkancy. Tüm haklary saklydyr. | Yasal Uyary | Yleti?im